İki büyük düşünür ve şair Fuzuli ve Ruhi devrin padişahının sarayında bir davete icabet etmişler. Eften püften şeylerle kopmayacak dostlukların adamı olan bu iki arkadaş, cennetten bir köşevari sarayın muhteşem güzel bahçesinde dolaşırlarken; Şair Ruhi'nin aklına muziplik gelmiş;
Ruhi:
-Ya Fuzuli dostum, şu cennet gibi bahçenin, şu güzel çiçeklerin içinde, şu göz alıcı işlemeli duvarların dibindeki o uyuz iti görüyor musun?
Fuzuli:
-Görüyorum ya Ruhi?
Ruhi:
-İşte o it bu sarayda Fuzuli!
Atılan taşı tekrar gediğine koymak için bir an düşündükten sonra;
Fuzuli:
-Doğru söylersin ya Ruhi...Sıkacaksın şu itin boğazını çıkacak içinden Ruhi!
NEDİM İLE İLGİLİ HİKAYE
Lale devrinin meşhur sadrazamı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın huzurunda bir gün çeşitli milletlerin özelliklerinden söz ediliyormuş. Bir çok görüşler öne sürülmüş, yalnız şair Nedim hiçbir şey söylemiyor, ara sıra gülümsüyormuş. Onun bu hali paşanın dikkatini çekmiş ve aralarında şöyle bir konuşma geçmiş.
Paşa:
– Nedim Efendi, neden hep susuyorsun? Sen de söylesene, en fazla hangi milleti seversin?
Nedim:
– Kendi milletimi paşam! diye cevap vermiş.
Paşa:
– O başka, biz kendi milletimizden değil, öteki milletlerden söz ediyoruz, sen onların hangisini niçin seversin, söyle demiş.
Nedim:
– Kulunuz en çok gül kavmini sever efendim, çünkü o kavm-i latif bize hiçbir zaman düşmanlık göstermez.
BAKİ İLE İLGİLİ HİKAYELER
**Baki bir gün tayin olunduğu vazifeye giderken Edirne'ye uğrar. Orada eski okul arkadaşı olan Edirneli Emri ve arkadaşları tarafından Edirne bağlarına ziyafete çağırılır. Kendisine " Edirne'mizi nasıl buldunuz? " diye sorarlar. "Doğrusu Cennet gibi yer, fakat içinde Adem yok" diyerek hepsini gücendirir.
Bunun üzerine başta Emri olmak üzere o mecliste bulunan şairler , Baki'yi hicv etmişlerdir.
**Tuti Hanım, Kanuni Sultan Süleyman'ın haremindeki cariyelerden biridir. Bir gün bir boğaz gezintisine çıkılacağı sırada saraydan kayığa binerken birden ayağı kayar, sendeler, düşecek gibi olur. Baki hemen yetişir, güzel cariyeyi ayağa kaldırır. Baki'nin bu hareketi, yardımı bir müddet sonra sarayda bir dedikodunun çıkmasına sebep olur. Güya Tuti Hanım, Baki'nin ilgisini çekebilmek için böyle bir "kaza" geçirmiştir. Yine bir rivayete göre de güzel ve kültürlü cariye şiirler yazıyor ve şiirlerini Baki'ye gönderip düzeltmesini istiyordur. Aralarında bir gizli gönül ilişkisi vardır. Saray bu dedikodularla çalkalanırken elbette olanlardan padişahın da haberi olur. Söylenilenlerin ne kadarının doğru, ne kadarının yakıştırma olduğu bilinmez ama çok sevdiği ve takdir ettiği bir şair olan Baki'yi, padişah, güzel cariyesini armağan ederek mükafatlandırır.
Baki ,Tuti Hanım için şu mısraları yazmıştır:
"Giryan ol Leyli-veş n'ola sahraya salsa Baki'yi
Mecnun'un ab-ı çeşmine hak-i beyaban teşnedir"
giryan: Ağlayan
Leyli-veş: Leyla gibi
ab-ı çeşm: Gözyaşı
hak-i beyaban: Çöl toprağı, kum
teşne: Susamış
Baki'ye patavatsızlıklarından dolayı kızan arkadaşları hicivlerinde bir çok kereler bu evliliği malzeme olarak kullanmışlardır.
**Baki çirkince bir adammış. Bundan dolayı arkadaşları "Karga Baki " derlermiş. Hanımının adı da Tuti (papağan) olunca çokça mizahi rivayetler çıkmış ortaya. Bir rivayete göre şair ile hanımı arasında geçimsizlik meydana gelmiş, sormuşlar "Tuti Hanım ne alemde?"diye. Baki cevaben "Birader; Tuti Tuti diye şunu uçurup durmayınız! O da benim gibi karganın biri!" demiştir. Arkadaşları Baki'nin bu sözlerini vesile tutarak hicviyeler yazmışlardır.
"Ne garip bir tesadüf Tuti (papağan) ile kargayı hemser (arkadaş) eylemişler de yine şikayeti karga etmektedir."
NEFİ - TAHİR ATIŞMASI
Dönemin divan katibi Tahir Efendi, Nefi'ye kelp (köpek) diye saldırmış. Ozanımız şu dörtlükle cevap vermiş:
"Bize kelp demiş Tahir Efendi
İltifatı bu sözde zahirdir (bellidir)
Maliki mezhebim, zira
İtikadımca kelp, tahirdir"
Tahir, temiz anlamına geldiğinden Nefi, bu sözcüğü, tevriyeli (çift anlamlı kullanarak; köpeğin, tahir (temiz) olduğunu belirtirken aynı zamanda rakibi Tahir'in köpek olduğunu da söyleyerek intikamını alıyor.
NEFİ-MÜFTÜ ATIŞMASI
Dönemin büyük ozanı Şeyhülislam Yahya, Nefi'yi över gibi yapıp şöyle hicvediyor:
"Sözleri Seba-i Muallaka'dır
İbnül Kays kendidir, kafir"
Diyor ki: Nefi; İslam öncesindeki Arap ozanlarının en büyüğü sayılan İbnül Kays düzeyinde bir ozandır. Bunu derken, kafir sözcüğünü hem övgü, hem de dinsiz anlamında kullanıyor.
Ve Nefi cevap veriyor:
"Bize kafir demiş Müfti Efendi
Tutalım ben diyem ona Müselman
Varıldıkta yarın Ruz-ı Ceza'ya
İkimiz de çıkarız orda yalan"
Diyor ki: Müftü Efendi bana kafir demiş; ben de ona Müslüman diyeyim. Lakin öbür dünyaya varınca ikimiz de yalancı çıkacağız.
EVLİYA ÇELEBİ-BABA NASİHATİ
(Hayatında ilk kez Bursa'ya gitmiş olan Evliya Çelebi, eve haber etmeden yolculuk yapmıştır. Eve döndüğünde ise babasının öğütleriyle karşılaşır.)
O gün gam içinde olan evimize vardığımda anne ve babamın ellerini öpüp huzurlarına çıktım. Babam: "Safa geldin Bursa seyyahı! Safa geldin." dedi. Hâlbuki nereye gittiğimden kimsenin haberi yoktu. Ben nereden bildiklerini sordum. O da rüyasında gördüğünü ifade ederek şunları söyledi:
— Sen muharremin aşuresinde kayboldun. O gece ben nice eski dualar okudum. Bin kere "İnna a'tayna" suresini okudum. O gece uykuda seni gördüm. Bursa'da Emir Sultan makamında seyahat rica edip ağlamaktaydın. Aynı gece bana birçok derviş geldi. Senin seyahate gitmen için benden izin istediler. Ben de o gece hepsinin de rızasıyla sana izin verdim. Fatiha okuduk. Şimdi sana seyahat yolu göründü. Allah mübarek eylesin. Lakin sana bir de baba nasihatim var. Dinle bakalım...
Babam elimden tuttu ve önünde ayaküzeri durdurup sağ eliyle sol kulağımı burarak şu nasihati verdi:
"Oğul, sakın besmelesiz yemek yeme! Besmelesiz yemek yersen yoksul düşersin.
Sırrın varsa kendine sakla! Eşine de başkasına da söyleme!
Abdestsizken sakın yemek yeme!
Elbisenin söküğünü üstünde dikme!
İyi adını kötüye çıkarma! Kötüye yoldaş olma! Olursan zararlı çıkarsın.
Sen yürü ileri, gözüm kalmaz geri.
Alay bozma! Tarlaya basma! Dostlar payına sarkma!
Ekmek ve tuz hakkını gözet. Başkasının eşine bakıp ihanet etme!
Çağrıldığın yere erinme; çağrılmadığın yere görünme! Davetsiz bir yere varma!
Varırsan emin olduğun yere var! Evden eve söz getirme. Dedikodu ve gıybet yapma! İki kişi söyleşirken dinleme!
Kınama; kınayandan da uzak dur. Yumuşak huylu ol! Herkesle iyi geçin!
İnatçı ve kötü dilli olma!
Senden büyüklerin önünden yürüme. Büyüklere uy! Onların sözünden çıkma! Yasak olan durumlardan uzak dur! Beş vakit namaza devam et!
Sürekli ilimle meşgul ol!
Oğul! Daima hoş sohbet ol!
Rıza lokmasına kanaat eyle. Eline geçen malı da israf etme!
Kanaat tükenmez bir hazinedir.
Kanaatle geçinmeye gayret etliyi günde de kötü günde de lazım olur.
Dünyalık akçeyi lokma ve hırka için saklayıp namerde muhtaç olma!
Evliya mekânlarını ziyaret etmeyi unutma!
Her diyarın ovalarını, dağlarını, ağaçlarını, beldelerini, eserlerini, kalelerini, yazarak "Seyahatname" adıyla bir eser yaz. Sonun hayrolup düşman şerrinden emin olasın.
Yüce Mevlâ yâr ve yardımcın olsun.
Dünyada eminlik, son nefeste iman bulasın!
Peygamber bayrağı dibinde yeniden dirilesin!
Bu öğütlerimi kulağına küpe eyle!" diyerek enseme bir pehlivan sillesi patlatıp kulağımı burdu; sonra da: "Yürü akıbetin hayrolsun inşallah! El-Fatiha." dedi.
Yediğim tokadın sarsıntısından ayılarak gözümü açtığımda evimizin içinin aydınlandığını gördüm. Hemen babamın elini öptüm ve sessizce bekledim. Babam heybeyle geldiğinde Mülteha, Kitab-ı Kâfiye, Kudusi, Molla Camii, Hidaye, Safiye, Kitab-ı Kıbristânî, Gencine-i Râz gibi birçok kitap çıkardı. On iki kitap hediye ederek bir miktar da altınla yol parasını verir.
"Sözleri Seba-i Muallaka'dır
İbnül Kays kendidir, kafir"
Diyor ki: Nefi; İslam öncesindeki Arap ozanlarının en büyüğü sayılan İbnül Kays düzeyinde bir ozandır. Bunu derken, kafir sözcüğünü hem övgü, hem de dinsiz anlamında kullanıyor.
Ve Nefi cevap veriyor:
"Bize kafir demiş Müfti Efendi
Tutalım ben diyem ona Müselman
Varıldıkta yarın Ruz-ı Ceza'ya
İkimiz de çıkarız orda yalan"
Diyor ki: Müftü Efendi bana kafir demiş; ben de ona Müslüman diyeyim. Lakin öbür dünyaya varınca ikimiz de yalancı çıkacağız.
EVLİYA ÇELEBİ-BABA NASİHATİ
(Hayatında ilk kez Bursa'ya gitmiş olan Evliya Çelebi, eve haber etmeden yolculuk yapmıştır. Eve döndüğünde ise babasının öğütleriyle karşılaşır.)
O gün gam içinde olan evimize vardığımda anne ve babamın ellerini öpüp huzurlarına çıktım. Babam: "Safa geldin Bursa seyyahı! Safa geldin." dedi. Hâlbuki nereye gittiğimden kimsenin haberi yoktu. Ben nereden bildiklerini sordum. O da rüyasında gördüğünü ifade ederek şunları söyledi:
— Sen muharremin aşuresinde kayboldun. O gece ben nice eski dualar okudum. Bin kere "İnna a'tayna" suresini okudum. O gece uykuda seni gördüm. Bursa'da Emir Sultan makamında seyahat rica edip ağlamaktaydın. Aynı gece bana birçok derviş geldi. Senin seyahate gitmen için benden izin istediler. Ben de o gece hepsinin de rızasıyla sana izin verdim. Fatiha okuduk. Şimdi sana seyahat yolu göründü. Allah mübarek eylesin. Lakin sana bir de baba nasihatim var. Dinle bakalım...
Babam elimden tuttu ve önünde ayaküzeri durdurup sağ eliyle sol kulağımı burarak şu nasihati verdi:
"Oğul, sakın besmelesiz yemek yeme! Besmelesiz yemek yersen yoksul düşersin.
Sırrın varsa kendine sakla! Eşine de başkasına da söyleme!
Abdestsizken sakın yemek yeme!
Elbisenin söküğünü üstünde dikme!
İyi adını kötüye çıkarma! Kötüye yoldaş olma! Olursan zararlı çıkarsın.
Sen yürü ileri, gözüm kalmaz geri.
Alay bozma! Tarlaya basma! Dostlar payına sarkma!
Ekmek ve tuz hakkını gözet. Başkasının eşine bakıp ihanet etme!
Çağrıldığın yere erinme; çağrılmadığın yere görünme! Davetsiz bir yere varma!
Varırsan emin olduğun yere var! Evden eve söz getirme. Dedikodu ve gıybet yapma! İki kişi söyleşirken dinleme!
Kınama; kınayandan da uzak dur. Yumuşak huylu ol! Herkesle iyi geçin!
İnatçı ve kötü dilli olma!
Senden büyüklerin önünden yürüme. Büyüklere uy! Onların sözünden çıkma! Yasak olan durumlardan uzak dur! Beş vakit namaza devam et!
Sürekli ilimle meşgul ol!
Oğul! Daima hoş sohbet ol!
Rıza lokmasına kanaat eyle. Eline geçen malı da israf etme!
Kanaat tükenmez bir hazinedir.
Kanaatle geçinmeye gayret etliyi günde de kötü günde de lazım olur.
Dünyalık akçeyi lokma ve hırka için saklayıp namerde muhtaç olma!
Evliya mekânlarını ziyaret etmeyi unutma!
Her diyarın ovalarını, dağlarını, ağaçlarını, beldelerini, eserlerini, kalelerini, yazarak "Seyahatname" adıyla bir eser yaz. Sonun hayrolup düşman şerrinden emin olasın.
Yüce Mevlâ yâr ve yardımcın olsun.
Dünyada eminlik, son nefeste iman bulasın!
Peygamber bayrağı dibinde yeniden dirilesin!
Bu öğütlerimi kulağına küpe eyle!" diyerek enseme bir pehlivan sillesi patlatıp kulağımı burdu; sonra da: "Yürü akıbetin hayrolsun inşallah! El-Fatiha." dedi.
Yediğim tokadın sarsıntısından ayılarak gözümü açtığımda evimizin içinin aydınlandığını gördüm. Hemen babamın elini öptüm ve sessizce bekledim. Babam heybeyle geldiğinde Mülteha, Kitab-ı Kâfiye, Kudusi, Molla Camii, Hidaye, Safiye, Kitab-ı Kıbristânî, Gencine-i Râz gibi birçok kitap çıkardı. On iki kitap hediye ederek bir miktar da altınla yol parasını verir.
ŞEYH GALİP-NAZIM HİKMET ATIŞMASI
Sovyet döneminin ünlü Gürcü şairi Mayakovski ile Nâzım Hikmet, Moskova’daki üniversite yıllarında zaman zaman biraraya gelerek şiir üzerine konuşur tartışırlarmış. İşte böyle bir karşılaşmalarının birinde, Mayakovski sormuş:
- Nâzım en ünlü şairiniz kimdir?
Nâzım Hikmet hiç duraksamadan:
-Şeyh Galip’tir.
yanıtını vermiş ve Şeyh Galip’in Muhammes’inden şu dizeleri okumuş:
“Bir şu’lesi varki şem-i canın
Fân’usuna sığmaz âsm’anın
Bu sine-i berk âşiyânın
Sina dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindir.”
Daha sonra da şiiri Mayakovski’nin anlayabileceği bir dille açıklamış. Şiirdeki mecazi anlatımların ve benzetme zenginliğinin farkına varan Mayakovski:
- Biz günümüzde şiire bu kadar anlam derinliği veremiyoruz, demiş.
Fân’usuna sığmaz âsm’anın
Bu sine-i berk âşiyânın
Sina dahi görmemiş nişânın
Efrûhte-i inâyetindir.”
Daha sonra da şiiri Mayakovski’nin anlayabileceği bir dille açıklamış. Şiirdeki mecazi anlatımların ve benzetme zenginliğinin farkına varan Mayakovski:
- Biz günümüzde şiire bu kadar anlam derinliği veremiyoruz, demiş.
YOLUN KENARINA DİKEN EKEN ADAM-MEVLANA
Adamın biri bir yolun kenarına dikenler ekti. Dikenler büyüyüp gelişince yoldan geçenleri rahatsız etmeye başladı. Gelip geçenler:
- "Bu dikenleri sök, insanları rahatsız etmesinler." demeye başladılar. Fakat adam bunları duyuyor fakat aldırmıyordu. Bir gün Allah'ın bir velisi ona:
- "Mutlaka bu dikenleri sök." dedi.
Adam itiraz etmedi.
- "Evet mutlaka bir gün sökerim." dedi.
Adam ha bire yarın yarın dedikçe dikenler büyüyüp kuvvetleniyordu.
Veli adama:
- "Ey vaadinde durmayan adam, sök şu dikenleri bu işi sürüncemede bırakma." dedi.
Adam:
- "Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka bu işi yapacağım." dedi.
Allah'ın (c.c.) velisi bunun üzerine şu sözleri söyledi:
- "Sen, hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun, fakat şunu bil ki her geçen gün o dikenler büyüyüp güçleniyor, dikenleri sökecek olan sen ise güç kuvvet kaybediyorsun, dikenler gün geçtikçe gençleşiyor sense ihtiyarlıyorsun."
- "Bu dikenleri sök, insanları rahatsız etmesinler." demeye başladılar. Fakat adam bunları duyuyor fakat aldırmıyordu. Bir gün Allah'ın bir velisi ona:
- "Mutlaka bu dikenleri sök." dedi.
Adam itiraz etmedi.
- "Evet mutlaka bir gün sökerim." dedi.
Adam ha bire yarın yarın dedikçe dikenler büyüyüp kuvvetleniyordu.
Veli adama:
- "Ey vaadinde durmayan adam, sök şu dikenleri bu işi sürüncemede bırakma." dedi.
Adam:
- "Babacığım, bir hayli gün var, bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka bu işi yapacağım." dedi.
Allah'ın (c.c.) velisi bunun üzerine şu sözleri söyledi:
- "Sen, hep yarın diyerek bu işi erteliyorsun, fakat şunu bil ki her geçen gün o dikenler büyüyüp güçleniyor, dikenleri sökecek olan sen ise güç kuvvet kaybediyorsun, dikenler gün geçtikçe gençleşiyor sense ihtiyarlıyorsun."
YUNUS ve HACI BEKTAŞ
O bölge köylerinden birinde, Yunus adında, rençberlikle geçinir, çok fakir bir adam vardı. Bir yıl kıtlık oldu. Yunus'un fakirliği büsbütün arttı. Nihayet birçok keramet ve inayetlerini duyduğu Hacı Bektaş'a gelip yardım etmeyi düşündü. Sığırının üstüne bir miktar alıç (yabani elma) koyup dergaha gitti. Pirin ayağına yüz sürerken hediyesini verdi; bir miktar buğday istedi. Hacı Bektaş ona lütufla muamele ederek, bir kaç gün dergahta misafir etti. Yunus geri dönmek için acele ediyordu. Dervişler Pir'e Yunus'un acelesini anlattılar. O da: "Buğday mı ister, yoksa erenler himmeti mi?" diye haber gönderdi. O buğday istedi. Bunu duyan Hacı Bektaş tekrar haber gönderdi: "İsterse o alıcın her tanesince nefes edeyim!" dedi. Yunus buğdayda ısrar ediyordu. Hacı Bektaş üçüncü defa haber gönderdi: "İsterse her çekirdek sayısınca himmet edeyim" dedi. Yunus yine buğdayda ısrar edince; emretti, buğdayı verdiler. Yunus dergahtan uzaklaştı. Yolda yaptığı kusurun büyüklüğünü anladı. Pişman oldu. Geri dönerek kusurunu itiraf etti. O vakit Hacı Bektaş, onun kilidi Taptuk Emre'ye verildiğini isterse ona gitmesini söyledi. Yunus bu cevabı alır almaz hemen Taptuk dergahına koşarak kendisini YUNUS yapacak manevi eğitimine başladı.
Salihli kazası civarında Emre adlı, yetmiş evlik bir köyde. taştan bir türbenin içinde, Taptuk Emre ve çocukları ile torunları yatmaktadır. Türbenin eşiğinde de, bir başka mezar vardır. Bu, Yunus'un bir çok mezarlarından biridir. Yunus Emre kapı eşiğine kendisinin gömülmesini vasiyet etmiş...Şeyhini ziyaret edecekler, kendi mezarını çiğneyerek geçsinler diye.
YUNUS EMRE'NİN MEVLANA İLE KARŞILAŞMASI
Yunus bir gün Mevlana ile karşılaşır. Mevlana ona mesnevisinden bahseder. Yunus, Mevlana'ya der ki;
-Mesneviyi çok uzun yazmışsın insanı bu kadar uzun anlatmaya gerek yoktur. "Ete kemiğe büründüm
Yunus diye göründüm"
der ve bu ifadeye Mevlana hayran kalır.
MOLLA KASIM İLE YUNUS EMRE
Yunus'un yaşadığı yıllarda Molla Kasım diye biri varmış. Bu Molla Kasım'a Yunus'un şiirlerini yazılı olarak getirmişler. Başlamış okumaya. Her okuduğu şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıyormuş. Binlercesini yaktıktan sonra üst tarafını da suya atmaya başlamış. Şiirleri yakmış suya atmış, atmış, atmış derken bir şiirde, Yunus:
"Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaraya çeken bir Molla Kasım gelir."
demiş, demiş ya Molla Kasım bunu görür görmez Yunus'a boyun eğmiş ve yakmadığı suya atmadığı şiirleri bir hazine gibi saklamış. Söylenceye göre bunun için şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini de insanlar söylermiş. Yunus'un hak ve halk şairi olduğunu anlatmak bakımından tarihçilerden daha bilimsel, daha ileri bir düşünüşle yüklüdür bu. Rahmetli Sabahattin Eyüboğlu bu davranışlarla söylencenin: Birisi Yunus Emre'yi halkın Molla Kasım'la karşı karşıya getirdiğini, ikincisi de bu beyitte şair adının ancak birinci dizede olması gereği, tabiiliğini vurguladığını belirtmektedir. Aslında bu şiiri Yunus değil, halk söylemiştir. gelin bu şiiri birlikte okuyalım:
Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine vurup yetesim gelir.
...
Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir
Varup onun üstünde evler kurasım gelir
...
Altında gayya vardır içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelir
AŞIK VEYSEL’İN UZUN İNCE BİR YOLDAYIM TÜRKÜSÜ HİKAYESİ
Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Uykuda dahi yürüyorum
Kalmaya sebep arıyorum
Gidenleri hep görüyorum
Gidiyorum gündüz gece
Kırk dokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde
Düşmüşem gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece
Düşünülürse derince
Irak görünür görünce
Yol bir dakka miktarınca
Gidiyorum gündüz gece
Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayan gahi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece
Anadolu'nun bir köyünde sakin bir akşam karı koca uyumak için yatağa girerler. Kadının gözüne bir türlü uyku girmez, çünkü o gece özeldir.. O gece kocasını terk edecektir. Hem de sevgilisi ile köyden kaçarak… Kocasının uyumasından bayağı bir zaman sonra pencerede beklediği taşın sesini duyar kadın... Ayakkabılarını giyip, önceden hazırladığı eşyalarını alıp bahçede bekleyen sevgilisinin yanına gider ve koşarak oradan kaçarlar. Koşarlarken kadının ayağını bişey rahatsız eder, ayakkabısının içinde bişey vardır ama kadın mecburdur koşmaya ayağını rahatsız eden şey için durma lüksü yoktur. Anadolu'dur burası. Töredir, cinayettir geride bıraktıkları. Belli bir mesafe uzaklaştıktan sonra nefeslenmek için dururlar.
Kadın duraksamayı fırsat bilip nefes nefese der ki: “Evden çıktığımdan beri, ayakkabımın içinde bir şey var beni rahatsız ediyor, çıkartıp bakar. O da ne? Ayakkabısının içinde bir tomar para! Kocası her şeyin farkında. Biliyor ki gidecek, “Beni terk edecek ama bunca yıl çorbasını içtim, çamaşırlarımı yıkadı. Kadınlık yaptı kahrımı çekti, bana emeği geçti.” O Yoksul köylü; bütün parasını ve altınlarını, başka bir adam için kendisini terk eden karısının, giderek kendinden uzaklaşan adımlarını attığı ayakkabısının içine koymuştur.
Bu güzel çalışma için çok teşekkürler... Küçük bir düzeltmeye izin vardır sanırım
YanıtlaSil"Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaraya çeken bir Molla Kasım gelir."
(seni sigaraya değil seni siygaya çeken ) olacak
Sonuncusu; bizim ananemize pek de uymuyor; çok mizansen geldi bana açıkçası..
YanıtlaSilAradağım birçok hikaye ve atışmaları buldum sonunda.Çok teşekkür ederim,elinize sağlık.
YanıtlaSiltebrik ediyorum
YanıtlaSilçok güzel bir bilgilendirme metni. teşekkür ederiz
YanıtlaSil